28 Aralık 2009 Pazartesi

kimi sevsem,sensin...


kimi sevsem sensin / hayret
sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Attila İLHAN

26 Aralık 2009 Cumartesi

GÜNEŞİ GÖRDÜM AMA YİNE DE GİTTİM GECENİN KANATLARINA


Aslına bakarsanız pek methedilen "Güneşi Gördüm" ve "Beyaz Melek" filmlerini de beğenmemiştim. Ancak ne oluyorsa bir şeyin gazına gelip gidiyorum Mahsun'un filmlerine.Bunun ardında biraz da "Nefes" filminin beni Türk sineması adına umutlandırması yatıyor. Ancak her defasında her filmin o kadar emek sarfedilerek çekilmeyeceği gerçeğini unutuyorum.

"Güneşi Gördüm"de haddinden fazla aijtasyon malzemesine yer verildiğine inanmıştım. Yani senaryodaki acemilik kolaylıkla göze çarpıyordu. Ancak oyuncuların genel itibari ile kaliteli oluşu ve çekimlerin görece beni tahmin edişi filmi çekilir kılmıştı. Buna rağmen beğenmemiştim bu arabeski bol filmi. "Beyaz Melek" için de aynı şeyleri söyleyebilirim.

Geçtiğimiz günse Mahsun Kırmızıgül'ün senaryosuna katkıda bulunduğu "Gecenin Kanatları" adlı filmi izledim nedense. Sebep "Avatar"ı izleriz diye çıkılan geceyi filmsiz bitirmemekti olsa olsa. Anlayacağınız filmin sonundaki düşüncelerimi tahmin edebiliyordum. Filmin sonunda düşüncelerimde tek bir fark vardı: "Diğer iki filmden bile çok daha kötü bir başka film." Gecenin Kanatları'nda ne güzel bir oyunculuk ne de çekim kalitesi görebildim. Beren Saat ve başroldeki kaslı çocuk o kadar kötü oynamışlar ki. Çekimler dizi film tadındaydı, sinemayla alakası yoktu. Konuya bakarsanız aslında fena değildi; yani usta bir el ve bir hayli parayla harika bir film oluşturulabilirdi. Ancak bunların hiçbiri olmadığından film çöplüğümüze yeni bir filmi de eklemiş olduk.

Yine de siz bilirsiniz; ancak gitmenizi tavsiye etmiyorum!

23 Aralık 2009 Çarşamba

YENİ YAŞ NAZİRESİ


YENİ YAŞ NAZİRESİ

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir

Hayata beraber başladığımız

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız


Cahit Sıtkı Tarancı



Sanma hüzünle uzlaşmışım

Acı tatlı yaşananlardan

Bir adım daha uzaklaşmışım

Son diye koyduğum noktalarda

Yaşımla sarmaş dolaşmışım.


Her yaş onlara daha bir benziyorum

Şu disiplini başucu kitabı yapanlara

Aynı öğüdü vermekten beziyorum

Aynı şeyleri yapan çocuklara

Eski fotoğraflarımmış gibi bakıyorum.


Yirmi üç Aralık bin dokuz yüz seksen iki

Belirsizliğe çığlık attığım günde

Aşkları görseydim zulümleri belki

Gelmezdim değil ama durmazdım önde

Beklemezdim zalimleri


O kadar hızlı geçmiş ki günler

Daha dün gibi kadeh kaldırışım bahara

Bu en sevilen filmi izlemeye benzer

Bir çırpıda okunan romana

O kadar hızlı geçmiş ki günler


Bugün az daha yakınlaştım ebediyete

Dudaklarımda ne bir heyecan ne bir haz

Fazla sürmez diye girdim bu diyete

Acılar az olsundu derdim, kırgınlıklar az

Yıllar bakmıyor işte niyete.


Murat Gil


19 Aralık 2009 Cumartesi

BİR İTİRAF


Hiçbir el durdurmadı alnımın ateşini,
Gönülden uçurtmamı kimse uçuramadı:
Hiçbir el durdurmadı alnımın ateşini.

Doğmadı gözlerime layık bir güneş bile;
Ümitlerim boş çıktı, kof cevizler gibi boş.
Doğmadı gözlerime layık bir güneş bile.

Ruhum dalga kahrından usanmış dertli kaya.
Kimsesiz bir bedbahtır, eğilmiş suya bakar;
Ruhum dalga kahrından usanmış dertli kaya.

Kilitli bir sarayda ağlıyor dul kadınlar!

Cahit Sıtkı Tarancı (Galatasaray, 15.11.1931)

18 Aralık 2009 Cuma

Özgürlüğün,Aşkın ve Yalnızlığın Şairi...''ATTİLA İLHAN''


Yalnızlığımın ve üniversite yıllarımın şairi Attila İlhan.Nice aşklar, mücadeleler bunalıma ve şaraba sürüklenirken; kimi zaman ağızda ,kulakta bir arka fon ,kimi zaman da küçük bir umut tanesi,bir dize...Yalnız bir duygu değildir Attila İlhan şiiri aynı zamanda Türk şiirinin en güçlü sinematografik şiiridir.Sevgililer, yalnızlar, devrimciler, kuvayı milliyeciler, kaçaklar, yoksul üniversite öğrencileri cirit atar yaşamlarıyla şiirlerinde ve kimbilir nice okuyucunun hafızasında aynılaşır yaşamlar...
''Beni koyup koyup gitme, n'olursun/ Durduğun yerde dur/ Kendini martılarla bir tutma/ Senin kanatların yok/ Düşersin yorulursun /Beni koyup koyup gitme, n'olursun/ Bir deniz kıyısında otur/ Gemiler sensiz gitsin bırak/ Herkes gibi yaşasana sen/ İşine gücüne baksana/ Evlenirsin, çocuğun olur/ Beni koyup koyup gitme, n'olursun...''Bir deniz kıyısında yaşanan ayrılık acısı ve insanlar akıyor etrafta. Çoğunluk alışkanlıklarında mutlu ve kalpte bir sızı!Giden yalnız sevgili değil,aynı zamanda farklı bir yaşama dair umutlar da... Şair razı herkes gibi yaşamaya yeter ki gitme!Acının yarattığı zayıflık...Kimi kınar, ayıplar; kimi ise aşk deyip saygı duyar...ne diyor şair''ne kadınlar sevdim zaten yoktular''biten ilişkilerin ardından kim bilir kaç kere böyle düşünmüşümdür ve aşkın büyüsü yeniden yaratmıştır zihnimde tapılacak kadını ve bu devinim sürer gider hele yürek gençse çare yok yanılacak ki pişilip olgunlaşılabilsin.''Son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah/ kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları/ evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür/ görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek/ kim duysa ; korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar/ an gelir attilâ ilhan ölür''intahar ve ölüm... korkulan ve ayıplanan kelimeler tamam ancak bir an için toplumsal saygınlığımızı, statülerimizi bir kenara bırakalım da yürek dediğimiz gerçekle çırılçıplak düşünelim. Hangi ruh hayatının bir anında ölümü düşünmemiştir geçmişi özleyerek. Yaşanılan aşklar benzemez''namlı masal sevdalarına'' ölüm eşitler sevenle sevileni o müthiş anda ve herkes eşitlenir başı ve sonu olmayan bir zamanda...''Yolumdan çekil yavrum/ bağlasalar duramam /demir asa demir çarık dedim neyleyim!yolculuk dedim/ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir /rüzgar kendini yerden yere vuruyor /kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan/telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor/anamdan yolcu doğmuşum /yedi dağın yolları kalbimden geçer /salkım salkım mısralar gelir içimden /dudaklarımda yağmur damlaları /alır beni yollar beni alır gider /anamdam yolcu doğmuşum /nehirlerle birlikte denizlere kavuştum /akşam dedim /şu koca dünya dedim /ağlasam dedim /yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir /ekmeğin ve şarabın peşinden /turnaların peşinden /büyük şehirler büyük aşklar /çığlık çığlığa terkedilir /ben çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim /damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları /harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen /anamdam yolcu doğmuşum /neyleyim gurbet dedim /vatan dedim /hürriyet dedim.''Çaresi yok yol devam eder yolcu için. Terk edilişler,mücadeleler ve ölüm ertelenir bir bilinmezliğe... yol yolcu içindir hele özgürlük bir ateşse hiç bir durakta durulamaz kabul etmez sıradanlık. Çaresiz devam edilecek, kalpte özgürlüğün ve yalnızlığın büyük ateşi yakıtı hüzün ve ıstırab olan...''Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak/ Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak/ Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak/ Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak/ Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın''İsyancı bir kalpte umut bitmez umut tükenmez...Umut devinimin sonudur. Elbet dönüşür her şey karşıtına ve dönüşüm şimdiye olmasa bile inandırır insanı yarına...''Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk/ Gece trenlerine binme, kaybolursun /Sokaklarda mızıka çalma çocuk /Vurulursun..''Ve bu yolda düşen her genç yürek Attila İlhana selamdır, umut genç yüreklerdedir ve hasmıdır sıradanlık genç yüreklerin ya kendisine benzetecek ya da yok edecektir!nafile... her genç yürek bir şairin dizelerinde yaşar...''Ne vakit bir yaşamak düşünsem/ Bu kurtlar sofrasında belki zor /Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden/ Ne vakit bir yaşamak düşünsem/ Sus deyip adınla başlıyorum/ İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin/ Hayır başka türlü olmayacak /Ben sana mecburum bilemezsin..''Özlem aşkadır, çare aşkla... Tek başına kurtuluş yok, her insan bir diğerinin aynası; kuralsa basit''ellerimizi kirletmeden''ve birlikte...Yaşam sıradan, yaşam acımasız ve bunalım hayatın içinde yalnızlığın adı. Yürek özgür ,acı kaçınılmaz ama acının olduğu yerde daha güzele olan inanç da var ve umut aşka dair, gelecek genç yüreklerin yaratacağı bir tılsım...Namlı masal sevdaları şimdi yok ve sürgünler yalnız başına geziyor dünya limanlarında her biri birer şahane serseri olarak...Sıradanlık dönüşürken gelecekte özgürlüğe onlar da çoğalacak elbet ve Attila İlhan onların yüreklerinde yarına dair bir umut olarak yaşayacak...

17 Aralık 2009 Perşembe

VUSLAT


VUSLAT

Oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek güzelmiş
Sırtını kaç geceler örtmek
Bir şarkıyı öpmek sen de öpmüşsündür diye
Derinden uyanıp sana düşmek
Güzelmiş.


Nesin sen,
Dolambaçlı yollardan sana gidilir mi ?
Bu mu sanat,
Güzel bir bahaneyle döndüren sana ?
Tekrir, yani adını günlerce kez söylediğim mi ?
Sencileyin bir benzetme buluver şimdi bana


Güç bela bindiğim şu otobüse
Bir yer var diye seni taşıdım
Düşmeyeyim diye ellerini
Bunca yıl allasen hangi sözleri şakıdın ?
İnanmış mıydın yani şiire?
Bütün bir gece varlığımı dualamış mıydın?
Bak tahmin yürüt yalnızlığımı
Gönlünde uyut
Avut bütün bir gece göğsünde


Peki başım dönüyor dersem
Gözlerinle içimi karıştırdığından
Kalbimin dört odacığı da buna yetecek mi?
Korkmuyor muyum yani tekleyip duracağından
Hangi yetmezlik hükmü koyacağız söyle buna
Bu sıhhat hali nereye kadar sürecek
Vuslatı kaç saat ileri alacağız daha


Murat Gil



13 Aralık 2009 Pazar

YAĞMUR


Tek başına kaldığım gecede

Sen olmalısın yanımda

Kör karanlıkta

Büyük gözlerin

Almalı beni içine

***

Yağmur yağmalı

Deli gibi vurmalı damlara

Biz dolaşmalıyız

Herkes bi yerlere sığınmak isterken

Sadece ıslak sokaklarda

Ve Şahit olmalı yaşadıklarımıza

Yağan gökten her bir damla

***

Sel olup akmalı içimizdeki nefret

Akıp gitmeli günahlarımız

Ve şahit olmalı

Yağan gökten her bir damla

Aşkımızın masumiyetine

26.10.09

Ekim 09


Mert YÜKSEL

POST-GARİP MONOLOGLAR


Post-GARİP monologlar

I

Üçüncü şahıslık rolümdü

Biliyorum.

Gurur , repliklerim

Ya küçücük bir kutuya

İki kişiyi

Sığdırma hayallerim ?


II

Hiç konuşmadık biz

Göz göze gelmedik de aslında

Zamanına göre saçmalıkları, zamansız bir de kaçamakları

Saymazsak benden.


Ve resmen el ele tutuşmuşluğumuz da yok


Kısa tarihimizde,


Ne de ben adına


Bir çift söz duymuşluğum,

Dudaklarından.


III

Küçücük bir kalp

Bendekine nazaran

Fetholunamamıştır...

Dimağım bölünmüştür

Seviyor sevmiyor diye

Şimdi fetret hükmünü sürmektedir

Mantığım gidişata isyan eden

Gözlerim, ellerime değin sana bağlı

Köhne bir derebeylik

Yağmalanmayı beklemektedir ...


IV

Sen dediğim vakit

O sen

Sen olmayacak mısralarda

Sen ve ben gibi yazacak kaderleri

Aralarında prensiplerinden bir kesme

Hiç birlikte kullanılmayacak

Şimdiki zaman

Ve

Sevmek fiili



Murat Gil

12 Aralık 2009 Cumartesi

"EROTİK BİR ŞAİR" CEMAL SÜREYA


AŞK

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy Köprüsü'ne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.


Cemal Süreya, Cumhuriyet Devri'nin en önemli şair ve yazarlarından biri. YKY'den çıkan Sevda Sözleri adlı şiir kitabının arka sayfasında onun için "erotik" bir şair deniyor. Bana kalırsa lirizmi her yönüyle yansıtan bir şair kendisi. Lirik şiirin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden. Sevda Sözleri kitabındaki şiirleri okursanız "erotizm" unsurlarını da rahatlıkla görebilirsiniz, ancak lirizmin bir ihtiyacı olarak kullanılmıştır "erotizm" onun şiirinde. Yani amaç değil araçtır "erotizm". San şiirinde de görebiliyorsunuz bu durumu. Şair bu şiirde öyle ilginç imgeler kullanmış ki. Soluğunu kuşa ve bir ata benzeterek dünyanın gelip geçiciliğine erotik bir gönderme yapıyor.

SAN

Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzünün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dört nala sevişmek lazım



Gerçekten de binlerce yıllık şiir geleneğimizde bu kadar cesaretle cinselliği kullanan şairler pek az. Divan geleneğinin son döneminde yaşamış Sümbülzade Vehbi ve Batılılaşma etkisindeki edebiyatımızın feylesof temsilcisi Neyzen Tevfik'ten başka erotik unsurları kullanmış pek şair hatırlamıyorum. Orhan Veli'nin birkaç şiirinde erotik unsurlar olsa da devrin zihniyeti şairi bağlamış ve daha da ileri gitmesini engellemiştir. Son dönemde sözünü esirgemeyen Can Yücel'i ise bu gruba dahil etmek pek de mantıklı olmayacaktır. Cemal Süreya bu anlamda edebiyatımızda tektir. O, şiirlerinde çıplaklığı ve cinselliği öyle usturuplu kullanmıştır ki , şiirleri okurken yüzünüz kızarmaz. Cinselliğin doğallığını hisseder ve keyif alırsınız. Birbirini seven iki insanın paylaştıklarına utanarak değil, empati kurarak bakarsınız.


ÜVERCİNKA

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Bir çok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı'nda akşam üstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil

Örnek olarak verdiğim şiirlerin tamamında gördüğünüz gibi aşkı ve insan olmayı her yönüyle yansıtabilmiş bir şairdir Cemal Süreya. Sevdanın tensellikten yani dokunsallıktan bunca uzak olduğu edebiyat dünyamıza yepyeni bir soluk getirmiştir. Binlerce yıldır "ulaşılamayan sevgiliye" bu kadar yakın olabilmenin keyfini yaşatmıştır okura. Bu yönüyle sanıyorum ki büyük bir eksikliği de gidermiştir.

CİGARAYI ATTIM DENİZE

Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
Alıp yaracak olsa yüreğini
Şimdi bir güvercinin

Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun

Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu


11 Aralık 2009 Cuma

GÖVDE ANADOLU


Askerdeyim Van'ın Erciş ilçesinde.Burası güzel bir ilçe, sakin ve huzurlu bir halkı var.İşte bu sakinliğiyle huzuruyla camileriyle güzel ilçemiz geçen günlerde karıştı. Büyük bir öfkeye sahip 12-20 yaş arası gençler huzura attı taşlarını, kardeşliğe... Okulları bile taşlıyacak kadar büyük bir öfke ki içinde kendi yaşıtları vardı. Sahipsiz gibiydiler, yaşlarından büyük öfkeleriyle her şeyi yakıp yıkmak istiyorlardı.Önce öfkelendim, sonra derin bir hüzün kapladı benliğimi.
Öğrencilerimin yaşındaydılar, muhtemelen Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Galip okumamışlardı; Namık Kemal bir fıkra adıydı, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Necip Fazıl, Nazım Hikmet bilmiyorlardı.
Bilmeleri birilerinin işine gelmiyordu işte, yoksa insan özüne düşman olabilir miydi?Buralı yani doğulu bir şair haykırıyordu:''Anadoluyum ben tanıyor musun...''tanımıyorlardı.''Fırsatçının fesatçının...''demişti Ahmet Arif, ateş ise Serapları yakıyordu.Serap'ın cenazesinde Rojin ağlıyordu, mahalle arkadaşıydı, normaldi bu. Anadoluyduk biz. Tasavvufun aşkla sevgiyle yaktığı yüreklerimiz vardı.Biz yaradılanı seviyorduk yaradandan ötürü, lafa değil gönle bakıyorduk...Hepimiz aynı gövdenin dallarıydık ve özgürlük rüzgarıyla haykırıyorduk şarkımızı. adımız Necip oluyordu, Nazım oluyordu.Farklı tınılar olsa da Anadolu kokuyorduk, biliyorduk bunu.Unutturdular, kökü kesilmiş gibiyiz şimdi.Karanlık odalarda karanlık yüzler ellerini oğuşturuyor ve planlıyorlar karanlık zihinlerinde biraz daha fazla öfke yaratmalıyız diye, duymadan cenazelerdeki yeter feryatlarını!Oysa Fatihlerimiz var bizim.Aldığı 120 liralık er maaşının 100 lirasını ailesine gönderen.Para, mevki hırsıyla insanları yakanların anlayamayacağı bir kalbe sahip Fatih, 20 lirayla ay geçirmeyi askerlik yapan bilir!Necip Fazıl sesleniyor Fatih'e: ''Sen bir devsin,yükü ağırdır devin!Kalk ayağa,dimdik doğrul ve sevin!Mehmed'im,sevinin ,başlar yüksekte!Ölsek de sevinin,eve dönsek de!Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!Yarın elbet bizim,elbet bizimdir!Gün doğmuş ,gün batmış ,ebed bizimdir..''Yarın tabii ki kalbinde aşk olanın olacak. Sevgi, merhamet ve iyilik olanın... ''Yeter doğuda da batıda da gençlerimiz ölmesin!'' diyenin. Yaprakları değil gövdeyi görenin...özümüzde aşk var.Anadoluyu bilen yaratacak yeniden o büyük medeniyeti.Özgürlük,aşk ve medeniyet yeniden buraların adı olacak.Tersinin mümkünü yok çünkü özümüz bir, özümüz aşk! kulaklarımızda Mevlana, dilimizde Mehmet Akif:'' Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.''Sövelim istiyorlar geçmişe, unutturmak için her şeyi ama kodlarımız onlar bizim.Bin yılda olanı on yıllarla mı yok edecekler? Tabii ki hayal ve cehalet ama silkinme zamanı şimdi! Hatırlamak yeniden Anadoluyu...Kalplerimizde yenerek öfkeyi, aşkı ve sevgiyi hakim kılma zamanı...

10 Aralık 2009 Perşembe

PERİŞAN

"Sıra hep son kadehe geliyordu
Dudakların başkalarının masasında lâle
Ben boynumdaki ipe bir düğüm daha atıyordum
Peşinden başka gidecek yer yoktu
Seni artık hiç sevmediğim halde "
Cemal Süreya




PERİŞAN

Ölüyordum sana bitiyordum
Memleketin borcu bine yetiyordu
Beş on bira bana mısın demiyordu
An geliyor İlhan'a öykünüyordum
Ölüyordum sana bitiyordum
Yazdıklarım Süreya kokuyordu.

Ölüyordum bitiyordum sana
Dudaklarının gümrüğünde başkaları
Otobüslerde tekerlekli sandalye görülmüyordu
Görmeyene henüz iş verilmiyordu
Dahası kıyında perişan oluyordum
Ölüyordum sana bitiyordum.

Ne iş edeceğimi bilemezdim
Ölüyordum sana bitiyordum
İnsanlar beşer onar ölüyordu
Can attığım yadsınmaz,
Olmuyordu.

Deli saçmasıydı bunlar
Saat aktı, taş kesildi çıt kırıldım
Ölüyordum sana bitiyordum
Kütüphanelere parasız girilmiyordu.

Hakkımda konuşsunlar
Kılıksızmışım ya da patavatsızmışım,
Sızmışım, alkol almışım
Ölüyormuşum sana bitiyormuşum
Paramızdan altı sen atmışlar


Murat Gil


9 Aralık 2009 Çarşamba

bir gün bir acı bir soru


İnsanlığımız sınanır oldu.
Her kötü an, panik ve acıma hissi ile yapışıveriyor insanın yakasına da ister istemez, zor ile düşünüveriyor insan. Acaba?

Ne çetin oldu şu ortak yaşama alanımız.
Biri gözünün önünde yere yığılıveriyor ve ne yapacağını bilemiyorsun. Ayağa kaldırıp iki kelam etmesini bekliyorsun umut ile. Bir iki söz dökülüveriyor; çok açım! iki gündür bir şey yemedim.
Koca İzmir, memleket hasretini bir kez daha perçinliyor.
”iş bulma umudu ile geldim. Burası nasıl memleket be abi?”
Kendisine hediye misali iki kap yemek, yoluna yetecek kadar yol parası veriliyor.
ve,
Geri dönmesi telkin ediliyor da sonrasında, ne acı ki, yardımseverliğin ardından “acaba?” sorusu takılıveriyor insanın kafasına utanma duygusu ile.
Bu, bir oyun muydu oyun içinde?

7 Aralık 2009 Pazartesi

YENİ BİR SOLUK




Edebiyat Meclisi, yepyeni bir yazara kavuştu:Umut Selvi. Yazılarını artık bizler için yazacak olan değerli arkadaşımız Selvi'ye hoş geldin diyoruz. Bugünlerde Van'da vatani görevini yapan değerli yazarımıza hayırlı tezkereler diliyoruz.

6 Aralık 2009 Pazar

AŞK


Ne kadar da yıpratılmış bir kelime günümüzde.Anlık yaşayan insanların dünyasında gönül gözüne dayalı bir kavramın hak ettiği değeri görmesi belki beklenemez ama aşkın olmadığı bir dünyada da yaşamak istemem doğrusu.Yüzyıllar içinde anlam daralmasına uğrayan bir kelimeden bahsediyoruz.Şimdi aşk dendiğinde herkes iki gencin flörtünü algılıyor oysa flört başkadır,evlilik başka aşksa bambaşka...Aşk bir kayboluş halidir ne sen kalır ne de ben her şey aynı anda akar. Artık savaşmak yoktur. İnsan kendisiyle ne kadar savaşabilir ki zaten ya da bu savaştan yaralanmadan çıkması mümkün müdür?İşte bu yüzden aşk bir teslimiyettir.Teslimiyet özgürlüğe kapıyı açar çünkü o an kurtulduğumuz nefsimizdir.Nefsini bir kere bildin mi anlarsın insan aynı özden gelir, evren aynı özden.Parçası olduğunu aşkla sevdikçe merhamet ve sevgi kaplar yüreğini.Allah'ı kalbinde bulursun kovduğunsa şeytandır kalbinden çünkü kalbimizi aşka açmazsak haset ve kibir şeytanı davet eder ve özünden kopar insan .İçindeki boşluğu mevki para, ten, şehvetle doldurmaya uğraşır boşuna, artık bir damladır çölde nicelerimiz gibi.Ama umut ölmez yaradan dışında her şey dönüşür ötekine kötülük iyiliği doğurur.İnsan var olduğu sürece insanın aşka olan özlemi de inancı da hiç bitmeyecektir.

UMUT SELVİ

DİVAN GÜZELİ



DİVAN GÜZELİ

Boynunu ele veren saçlarıyla bir divan güzeli geçiyor önünden
Bu geçişle koridorun sonu olmuyor.
Gözlerindeki sürme gözlerinde
Ve sıkça rastlaşamadığın bir gülümseme
Pandora'nın kutusundan arda kalan.

Perçemi sorular sorduran bir canan
Bir yan bakışıyla yönleri tarumar ediyor.
O süzüş mahmur kılıyor güneş yoksunu gözlerini
Bir ara alıyor senden,
Göğsünün ortasında kirpikleri.

Murat Gil

4 Aralık 2009 Cuma

BİR RESİM BİR BEYİT






Aşiyan-ı murg-ı dil zülf ü perişanındadır
Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadır.
FUZULİ

**Gönül kuşunun yuvası senin dağınık saçlarının arasındadır
İki elim kanda da olsa gönlüm senin yanındadır.**







Suya virsün bağban gülzarı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzare su
FUZULİ
**Bahçıvan gül bahçesini sele versin, boş yere zahmet çekmesin; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmayacaktır.**

1 Aralık 2009 Salı

DÜNYA.......MİNARE..........


Başlığa açık açık yazamadım tabii ;ama bayılırım bu deyime:D Bir hayli müstehcendir ancak bilen bilir manasını. "Hiçbir şey umurunda değil" yerine kullanırız bu deyimi. Şu günlerde bir Avrupa ülkesinde "medeniyetler diyarında" bu deyimin hakkı veriliyor. Şu tarihinde hiçbir savaşın olmadığı, koruma altındaki bankalar başkenti "İsviçre" tabii ki sözünü ettiğim ülke. Bugünlerde hiçbir özgürlük umurlarında olmadan bir korkuyu referanduma sundular Alpliler. Malumunuz minare meselesi.

Olaya ülkemizin %99'unun Müslüman olması yönüyle bakmadım,samimiyetimle ifade ediyorum. Olaya Avrupa ülkelerinin özgürlük kavramına samimiyetleri açısından baktım. Bu minare değil de başka bir kısıtlama da olabilirdi anlayacağınız. Ki aslında Belçika'da yaşayan akrabalarım sayesinde bizlerin kulağına gelmeyen farklı kısıtlamaları da duymuyor değilim.

Görüldüğü üzere kandırmaca iyice ayyuka çıkmıştır. Yıllardan beri reformlar diye direttikleri özgürlük anlayışına zerre kadar inanmayan bir topluluğa dahil olmaya çabalıyoruz aslında. Kriter zamanı hortlayan bir özgürlük anlayışı AB'dekilerinki. Zaten farklısını da beklemiyordum ancak ülkemde milyonlarca insanın bu adamların sahte samimiyetlerine inanması korkutucu. Gördük işte bas bas özgürlükler diye bağıran Avrupa'yı. Ulusal politikalarının önüne hiçbir şeyi geçirmiyorlar. Ballandıra ballandıra anlattıkları özgürlükleri bile. Halbuki ülkemizde benzeri bir durumun yaşandığını düşünebiliyor musunuz? Sanırım müzakereler oracıkta dururdu.

Görünen o ki Avrupa ülkelerinin dünya....... minare........ . Umurlarında olan tek şey huzurları,zenginlikleri. Sanırım daha fazlasını da bekleyemezdik. Şu kapının önünde durmaksa anladığım kadarıyla düzeneğin bizim ülkemizdeki bir parçası. Muhalefeti, hükümeti tek bir ağızda buluşabiliyorlar sadece bu konu için. Ne acı değil mi? Bari kendimize gelip gelecek adına onurlu politikalar üretebilsek.